Tüm ömrünü İslam dini uğruna geçiren, türlü zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan Kürt bir zat...

Osmanlı döneminde millet sistemi vardı. Ermeniler, Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar...

Türkler Müslüman olduktan sonra ilk Türk kafilesi 1040 yılında Sultan Tuğrul ve Çağrı Bey döneminde Anadolu'ya akın ettiler. Anadolu Kürt çoğunluktaydı ve Bizans tehdidi altında mücadele ediyordu.

Sultan Tuğrul ve kardeşi Çağrı Bey 1040 yılında Bizans ile Pasinler savaşı yaptılar. 1071 yılında ise Türk ordusunun başında Sultan Muhammed Alparslan vardı ve bu savaşı da yine Kürtlerin desteğiyle Türkler kazandı. Ayrıca Bizans imparatoru Roman Diyojen esir düştü. Bundan sonra Anadolu Türklere de yurtluk etmeye başladı. Bin yıla yakın Anadolu'da Türkler ile Kürtler düşmana karşı beraber omuz omuza savaştılar. Kız alıp kız verdiler. Akraba oldular. Her şeyden önce kardeş oldular. Çünkü ikisi de Müslüman toplumdur.

Bu kardeşlik, bu dindaşlık, bu huzur uzunca bir zaman devam etti. Ta ki Cumhuriyet kurulunca bu dostluk da bozuldu. Çanakkale'de Yemen'de Kurtuluş savaşında beraber mücadele ettiler. Ama ne yazık ki bu dostluk Lozan'da son buldu. Tek devlet, tek millet, tek dil anlayışını benimsediler!

Oysa yeni kurulan cumhuriyet rejiminde Türkler kadar Kürtlerin de hakkı vardı. Ama diğer azınlıklarda olduğu gibi Kürtlere de hiçbir hak tanınmıyordu. Üstüne bir de Avrupa kanunları ülkeye sokulunca içinden çıkılamaz bir hal aldı bu iş.

İslam dini tümüyle yozlaştırılmaya çalışıldı. Müslüman bir toplum olan Kürt halkı alimler önderliğinde bu yozlaşmaya ve haksızlığa baş kaldırdı. Bunların en önemlisi, en ses getireni hiç şüphesiz 1925'te kıyama kalkan Şeyh Said ve arkadaşları idi. Aslında bütün gayeleri İslam dininin temelini sarsan uygulamalara karşı çıkmaktı. Ne yazık ki dönemin hükümeti olayı farklı bir boyuta çekti ve basına kendi istediği gibi lanse etti. Şeyh Said, kıyama kalkmıştı ve tüm gayesi Allah ve İslam dini içindi. Ama dönemin hükümeti olayı bir Kürt hareketi olarak gösterdi ve Şeyh Said ile arkadaşlarını cumhuriyet rejimini ortadan kaldırmaya teşebbüsünden onları vatan haini ilan etti. Oysa ki tek gayeleri İslam dini ve Allah'ın rızasıydı.

1925'te Şeyh Said ve arkadaşları yakalandılar. Sözde mahkemeye çıkardılar. İstiklal mahkemesi denilen mobil yani gezici mahkeme kuruldu. Hakimler ise dönemin hükümetinden birkaç milletvekiliydi. Hiçbir sanığa söz hakkı tanınmıyordu. Şeyh Said ve arkadaşlarını da söz hakkı verilmeden yargısız infaz ettiler. Dönemin gazetelerinde de vatan haini ilan ettiler. Dağ kapı Meydanında bugün Şeyh Said Meydanı adı verilen yerde Şeyh Said ve 27 arkadaşı idam edildi. Mezar yerleri gizlendi.

Her seçim öncesi Şeyh Said pankartları açıp onlara değer veriliyormuş gibi yapıp seçimden sonra da vatan haini ilan etmelerinden artık bıktık. Vicdanımız sızlıyor bu tür ithamlarla ve haksızlıklardan.

Şeyh Said gerçek bir alimdir ve asla vatanı satmak, yıkmak gibi bir gayesi olmamıştır.

O, tüm ömrünü İslam dinine hizmet etmek, insanları hakk yoluna çağırmak için tüketmiştir.

Şapka giymeyi reddedip sarık giymeye devam ettiği için asılan İskilipli Atıf Hoca ne kadar masumsa, ne kadar suçsuzsa, Şeyh Said ve arkadaşları da en az onun kadar masumdur, suçsuzdur.

Temennimiz artık Şeyh Said ve arkadaşlarının ve Said-i Nursi'nin (Kürdî) mezar yerlerinin tespit edilmesi ve mezarlarının yeniden yapılması.